7 Ocak 2009 Çarşamba

BÜYÜK ALEVİ YÜRÜYÜŞÜ


Önce ışık vardı. Işık maddeye madde cana dönüştü. Gecenin karanlığından ışıklar içindeki Ankara’da açıyoruz gözümüzü. Renklerin dansına dönüşen yollar gözlerimizden yüreğimize akmakta aşk gibi, heyecanlı coşkulu sımsıcak bir kalabalık. Gözlerinde özlem gözlerinde sevgi, gözlerinde güneş ışıkları. Çok uzak diyarlardan getirdikleri sevgiyle doldurdular Sıhhiye Meydanını. Binlerce yıldır gizledikleri darlarını, inançlarını, sevdalarını yüreklerinin sır bölümüyle alıp taşımışlardı buralara. Bu yüzler tanıdık. Bu gözler Hz. Hüseyin’in yaslı gözleri, bu gözler pirin darağacından bakan yiğit gözleri, bu gözler Sivas’ın, Malatya’nın, Maraş’ın gözleri. Acılı inatçı, sapına kadar sevda dolu sapına kadar inanç dolu. Bin yıllık bir yükle yüklüydü bu yürekler. Bir öncekinden aldığı emaneti bir sonrakine aktaran “Dönen Dönsün Ben Dönmezem” diyenlerin yürüyüşü. Sırrını Kerbela’dan, yükünü Hallaç’tan, serini Nesimi’den, inancını Pir Sultan’dan, Hacı Bektaş’tan, Yunustan alan. Her şeyi insanda görenlerin, emeği kutsayanların, hizmeti hakka yorumlayanların yürüyüşü. Bir sonbahar gününde buluştuk canlarla. Bingöl’den Erzincan’dan, Divriği’den, Kars’tan Bursa’dan. Yüreklerimizin en güzel sevgisiyle selamladık meydanı. Cem olduk. Dara durduk hak huzurunda özümüzü meydana koyduk ve çağrı yaptık cümle cana. Medet ya âli deyip yürüdük alana. Sesimiz bir yıldırım gibi düştü toprağa. Sonra yağmur sularıyla ıslandı toprak. Herkes bir şey demek zorunda hissetti kendini. Dediler ki: bu Alevilerin yürüyüşü değil. Bu bölücülerin bu solcuların yürüyüşü. Dedik ki işte meydan, girebilirsen gel beri Dedik ki bu yol çetindir zordur haram yiyenler giremez ve de yalancılar hainler ve de alçaklar. Sonra meydanlar doldu. Hz. Hüseyin oh dedi. Pirimin gözlerinin içi güldü. Sivasın en küçüğü Korayım selama durdu. Ve dedik ki: it ürür kervan yürür. Ey tarih sen ne garipsin. Halk ayağa kalkar hakkını alır, meyvelerini onu kandıranlar yer. Sol mücadele eder meyveyi sağ yer. Yürüyen Alevidir onun meyveleri gözden düşen Çamur oğluna ondan arta kalanı da Doğana düşer. Şimdi yine gözden düşen gözde olacak. Bize küfredenler bir bir ödüllerini alacaklar. Hz. Hüseyin olmasaydı yezidin ismi kalır mıydı? Ondan sonraki Emevi soysuzunu kim bilir ki. Pir sultan olmasaydı Osmanlı hınzırı kapısına köpek etmezdi. Yürüdük Ankara şaştı. Yürüdük ülkenin gündemi değişti. Yürüdük dostlarımızın yüreği umutla buluştu. Ve gördük ki emek örgütte buluştu, alevi örgütleri tarihe bir not düştü. Asıl mesele yürüyen halkın içinde örgütlü yapıda yer almak. Birleşmek, birleşerek çözümsüzlüğü çözüme kavuşturmak. Asıl mesele yüreklere çöken örgütlenme korkusunu yenmek. Çünkü temel yapı örgüt. Motor güç örgütlü yapı. Unutulan bir türküydü bizimki. Dağ başlarında, gözcüler eşiğinde yapılan cemlerde söylenen. Öyle bir türkü ki, içinde renk renk insan olan, içinde kuyucuların katlettiği bebeklerin çığlığı bulunan, içinde Baba İshak’tan Şah Kuluna hakkını yiğitçe ortaya koyan. İçinde madımağın otuz beş canının yangın çığlığı bulunan. Binlerce yıldır söylene geldi bu türkü. Şimdi sizlerde duydunuz. Bunlara uç fikir dendiğini de, bundan ne olacak ki bundan da kötü şeyler dendiğini tarih hep yazdı durdu.. Ses verin bu türküye bu türkü yalnız bizim türkümüz değil, bu türkü tüm acı çekenlerin, bu türkü tüm Kerbelada katledilenlerin, yakılanların, yok sayılanların, bu türkü mazlumların türküsü. Bu türkü hepimizin türküsü. Bilesiniz ki türkümüzü daha güçlü söyleyeceğiz. Bilesiniz ki örgütlü güç yenilmez. Sesimize ses katarsanız bu türkü sizinde türkünüz olur. Sesimize ses katıp türküyü birlikte söylersek Ankara’nın sonbaharı masumların ilkbaharı olur. Yüreğimizde ne öfke ne de kin sadece biz kendimizi anlattık anlayana can feda. Bektaş Kılınç BEKTAŞ KILINÇ - 17.11.2008

MANİSA HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder